Monday, October 8, 2012

hayatın akışı için visa



"“Hayatın akışı için Visa” yazıyor metrobüsün turnike kollarında. Belimle çevirip çıkıyorum, biri bana bir kağıt uzatıyor; “3 ayda İngilizce öğrenmek ister misiniz” Soru işareti yok, umutsuzluk var, saklıyor. Cevap vermeden yürüyorum, gazete satanlar bağırıyor; Radikal! Hayır, o da değilim diyorum içimden, o da değilim. Birkaç adım sonra da bu kez bir tavsiye gibi çınlıyor köşede oturmuş bir kadının sattığı gazete adı; Aydınlık! Aydınlık alın! Gözümü kamaştırıyor, bir bilseler…
İnsanların yollarda yürüyüşlerine bakıyorum, sanki hepsinin etrafında onlarla yürüyen bir sim bulutu var; pasparlak ama birbirine çarptıkça karışan ve özgün kalamayan. Sonra ellerimi, avuçlarımın içini fark ediyorum ki ceplerimdeler. Avuçlarımda koca bir kurşun deliği var, tıkayan bir avuç bulamayınca onları…
Taksiye yürüyorum, yolun tam ortasında durmuş, önce ön kapıya yöneliyorum sonra bir adım geri atıp arka kapıyı zorluyorum; kilitli. Kalabalığın ortasında duran taksinin kapıları kilitli. Güvensiz. Ürkek. Belki dalgın. Bilmiyorum. Biniyorum ve gidiyoruz. Taksi, taksici ve ben; üçümüz aynı anda bir toplumun özeti gibiyiz. Güvenilmez, korkak, isteksiz, güvensiz, ikircikli ama yine de mecbur...
İneceğim zaman taksimetreye bakıyorum; 7,30 TL. Cebimdeki bozukluklara bakınca 7,10 liram var. 20 kuruş borcum kalsın istemiyorum. 10 lira veriyorum ve aldığım para üstü 2,50 lira. Adam bana 20 kuruş borçlanıyor. Ve muhtemelen bugün, 50 kişiye daha borçlanacak. Ay sonunda ise yaklaşık 1500 kişilik bir alacaklılar ordusu olacak karşısında. Ama yok diyorum, bazıları eksik verebiliyor. Onlar o ordunun neferi olamaz.
Bugün çok farklı. Çünkü bugün her zamanki gibi bir gün. Parmağımdaki yara canımı yakıyor ama iyiyim; kendini bana en çok hatırlatan parçam olmayı başaran, incinmiş bir parmak. Sarıya çalan rengi, sanki iltihaplanmaya başlıyor. Sorun değil diyorum. Çünkü parmağım sayesinde çevremdeki insanlar hakkında fikir edinebiliyorum; “Aa eline n’oldu” diyenleri samimiyetsiz buluyorum. Yalancı bir göz kırpış gibi. Kimileri de “Parmağın kötü olmuş” diyor. Onlar haklı. Haklı olanlar; kötülüğü yüzüme vuranlar.
Etrafımda şöyle yazılar var: “Sigara içmek öldürür.” Evet, doğru. “Etlerimiz kendi kuruluşumuzdan temin edilmektedir.” Çok doğru. Etlerimiz, kendi kuruluşumuz. “Dilenciler ve seyyar satıcılar giremez.” Bu garip. Bunu garipsiyorum. Çünkü girdiğim yerlerde seyyar satıcılar çoğunlukta. Ve tecavüzleri suç sayan insanlık ruhsal fahişeliği her zaman ödüllendiriyor. De Sade, modern çağa baksa muhtemelen Sodom’u yakıp yok ederdi. Başarısız olduğunu anlardı. Ve tarihteki Sodom halkı şimdinin azizleri gibi. Onları yeryüzünden silen Tanrı’ydı, bizim toplu mezarlarımız da iş kuleleri ve ofisler.

Kalbimde bir delik olsun diye yalvardığım günler aklıma geliyor. Beni yıllardır taciz eden ağrılarım, o anlarımdan birine tanık olanların “neyin var kuzum” sorusuna “göğsüm sıkışıyor” başlıklı cevabım, birden her yerin kararması, vücudumun titreşime geçmesi, sıcak basması... İşte bunlardan dolayı bir gün hastaneye gitmiştim; ne ilginç, hayatından hiçbir zaman memnun olmayan insanoğlu hastanelere-şifalara gidiyor. Neyse, hastaneye gitmiştim ve bana yapılan bir sürü testin-tetkikin ardından acilen operasyona almaya kalkıştılar; kalp kapakçığında iltihap, her an ölebilir. O gün hastane bahçesinde sağ yanımda annem, sol yanımda babamla bir banka oturmuştum. Gökyüzüne baktım, ama roman ya da filmlerde ölmek üzere olan kahramanların aksine ben o gün gökyüzünde farklı bir bok göremedim. Her şey aynıydı işte. Tek fark doğumumdan o güne sürdürdüğüm “ölüyor olma” eyleminin artık bitecek oluşuydu. Bir sonuca varıyordum nihayet. Sadece sağ ve sol yanımda oturan bu iki insanı ve henüz hastaneye gelmemiş olan kardeşimi düşünüyordum. Sonra bunu da “kendini bir halt zannetme” eylemi olarak gördüm ve vazgeçtim bundan da. Ne olacaktı yani ben olmasam? Hiçbir şey. Tıpkı var olduğum zamanlardaki gibi; hiçbir şey. Hayatın akışını bu kadar büyütmemek lazım dedim.
Fakat hey hat! İşin bu hayli vahim durumu ve ameliyata bir kez girersem sağ çıkma ihtimalimin hayli düşük olacağından dolayı yeni testler yapıldı. Oysa ki çok heyecanlıydım; kalbim açılacaktı! Fakat yapılan yeni testler ve tahliller sonucunda iltihap derecesinin sanıldığı gibi normalin 400 kat üstünde olmadığı anlaşıldı. Olması gerekenden yüksekti fakat öldürmezdi. “Pardon, bir yanlışlık oldu” dediler. Hassiktir. Ben bu kadar şeyi boşuna mı düşünmüştüm? Ödemeyi nasıl yaparsınız diye sordular. Babam Visa Elektron kartını çıkarttı. Hayatın akışı için.
İşte kalbimdeki o sorun için çok yalvarmıştım ben göktengrilere yıllarca. En ciddi rastlantıda da böyle ekilmiştim. Fakat kalbimdeki o delik o iltihap şimdi var. Ama şunu bilmiyordum; her delik onu kapatacak şeyle doğar. İşte avuçlarım ve kalbim bu yüzden bugün cereyanda kalıyor ve onları cebime tıkıyorum. Polisler, üstümü ararken onları bulacak ve anlam veremeyecekler.
Ve ben tüm bunları bir ofiste yazıyorum. İnsanoğlu diyorum, tüm hayvanların aksine ürktüğü zaman doğal yollarla değil, rezil olarak tepki vermeyi seçer. Aramızdaki fark da bu.
Telefon çalıyor.
Kendime acıyorum ve huzurlarınızda rezil oluyorum.
-Efendim?"
kaan koç

No comments:

Post a Comment